Kampçılıktan Ekoturizme Bir Yol Vardır

Deniz Özturhan

07.08.2022 · 10dk da okunabilir.

Seyahat ve tatil tercihlerimizi doğadan yana ve doğanın yanında hale getirmek üzerine tavsiyeler.

Merhabalar ben Deniz; iflah olmaz bir doğa aşığı, coşkun bir çadır sevdalısıyım. Ve sizlere alışılmışın dışında bir tatil anlayışından bahsetmeye, hatta sizi bu hususta iknaya geldim.

Şimdi benim ailem de takdir edersiniz, deniz ve doğayı ziyadesiyle seven insanlar. Babam emekli turist rehberi, annem doğuştan entel ve biz çocukluğumuz boyunca kamp yaptık. Bundan 30-35 yıl öncesinin Toros’larını aşıp, Antalya bölgemizde çok da fazla sayıda olmayan kampinglere giderdik ailecek. Yani annem, babam, abim ve ben. Ben arabada yatırılıyordum sanırım. Abimin bir noktada kendi tekli çadırı olmuştu. O zamanın kampinglerinde zaten genelde yabancı karavancılar kalıyor, yemek servisi filan da olmuyordu. Annemin tek tüpte her gün Antalya sıcağında 3 öğün yemek yaptığını düşününce, bu tatiller en azından annem ve kadın emeği açısından  pek ekonomik geçmiş gibi görünmüyor. Ama öte yandan ailemize pek çok şey öğretti bu kamp deneyimleri.

Örneğin, ben o tatillerde gece ormanda tek başıma tuvalete giderken korkmamayı ve kaybolmamayı 4 ila 6 yaş arasında çözdüm. Yine aynı tatillerde elimizde bir sopa ile denize dalıp rastgele kaya altlarına sopamızı itelersek, bazen çıkan bir kolu tutarak ahtapot yakalayabileceğimizi öğrendik abimle. Annemle babam sudan her çıkardığımız ahtapota bakıp “Ama bu daha bebek, yenmez, bırakalım da büyüsün!” demeyi öğrendiler. Ben muzların hevenekte yetiştiğini Anamur’da bi kampta, bazı sivrisineklerin kot pantolon üzerinden sokabildiğini ise Pamukkale’de başka bi kampingde öğrendim. Ve “çocuklu tatil zordur” argumanlarını çökertmek için söylemiyorum inanın bunu ama çocukluğumun en azından tatillerini doğada geçirdiğim için, daha mutlu bir yetişkin olduğuma inanıyorum.

Doğada vakit geçirmek söz konusu olunca ufak tefek lükslerimden daha rahat vazgeçebiliyorum. Anın tadını daha beklentisiz bir içtenlikle çıkartabildiğime dair bir fikrim bile var. Uzun lafın kısası çocuklara doğa sevgisi ve tanışıklığı kazandırmanın eşsiz ve zaruri bir eğitim olduğunu düşünüyorum. Ve ister istemez tatiller, bunun için sahip olduğumuz yegane alanlar. O alanda da hem çocuğu, hem kendimizi yine beton duvarlar içine kapatmak ne kadar doğru, düşünmeye değer…

Peki biz keyfimizden mi kamp tatili yapmıyoruz?

Şimdi elbette aranızda konuyu irdelemek adına şu soruyu yöneltenler olacaktır. “Peki Deniz hanımcığım, biz keyfimizden mi kamp tatili yapmıyoruz?” Elbette öyle değil. Tatil hepimizin tüm yıl çalışıp, çok kısa sürelerle ulaşabildiği bir kavram. Bu nedenle tatilimiz hem bütçemize uygun olsun, hem de bari tatildeyken konfor alanımızdan taviz vermeyelim istiyoruz. Kampçılık ise kulağa daha çok “Kurt indi, örümcek ısırdı derken tatil diye perişan olduk.” gibi geliyor.

Hele de işin içinde çocuklar varsa, konfor ihtiyacımız ister istemez tavan yapıyor. Bu durumda pek çoğumuz hepsi dahil seçenekler sunan, sezondan önce hatırısayılır indirimlerle rezervasyon yapabildiğimiz büyük otellere yöneliyoruz. Ama bu tatiller yorgunluğumuzu gideriyor mu, arttırıyor mu, üstelik bizi doğa ile ne ölçüde buluşturuyor, ondan emin olamıyoruz ve aslında Dışına Çık’mayarak büyük bir şeyi mi ıskalıyoruz?

Her şey Dahil Tatilcilikten Ekoturizme Nasıl Gidilir?

Uluslararası Ekoturizm Derneği’nin 1991’de yaptığı tanıma göre ekoturizm; doğal alanlarda yapılan, çevreyi koruma ve yerel halkın refahına katkıda bulunma prensiplerini içeren seyahatlere deniyor. Yani pikniğe çıktım, mangal yaptım, çöpümü de orada bırakıp döndüm, bir ekoturizm değil. Bu bir turizm de değil açıkçası, bu bir çeşit vandallık.

Fakat o işi şu şekilde yapar isek; pikniğe çıktım, mangal kömürümü, etimi, sebzemi oranın köylüsünden temin ettikten sonra, ateşimi sadece bu iş için ayrılan yerde yaktım.  Yetmedi, mekandan ayrılırken arkamda bal dök yala bir ortam bıraktım. Tek bir şişe kapağı, tek bir sigara izmariti bile benden doğaya yadigar kalmadı… İşte bu şekil bir seyahat tasarlarsanız… Tebrikler! Ekogünibirlikçilik yolu ile ekoturizme giriş yaptınız.

Peki neden böyle bi kavram var?

E artık… Dünyanın geldiği nokta ortada; iklim krizi bir aldatmaca veya şaka değil. Yaşamın ve türümüzün devamı için, gezegenimizin ve birbirimizin, yani “bütünün” iyiliğini düşünmek zorundayız. Çünkü takdir ederisiniz ki korkuç tabii afetlerin, göçlerin, mülteci krizlerinin ve su savaşlarının hüküm sürdüğü bir dünyada iyi bir hayat süremeyiz. Gezegenimiz her birimize bas bas: “Güzel kardeşim, Allah’ın adını verdim bak şu karbon ayak izini azalt! Ben kaldıramıyorum artık senin aşırı tüketim falanlarını!” diyor. Üretiğimiz her parça çöpün, tükettiğimiz her bir parça lüksün, gittiğimiz yere ulaşmak için kullandığımız yakıtın, her gün değişsin istediğimiz yatak çarşafının ya da havlunun, yediğimiz paketli ürün çöpünün, aldığımız plastik şişeli su şişesinin… Hepsinin dünyaya bir bedeli var.

Bedeli var evet de, elbette seçimlerimizi “Tamam bundan gayrı Bıcırlar köyünde kıl çadırda tatil yapıyorum” şeklinde radikal bir ölçekte değiştirmemiz olası değil. Hep diyorum, yine derim. Adeta Turgut Uyar’ın “Aşk için söylediği her şey bir daha söylemesi gibi”, bir şeyi başarmak için gerekli olan çabanın nasıl oluştuğunu, bir daha ve bir daha söylerim: Minik adımlar…

Otel tatilinden vazgeçemiyorsak, belki çevreye daha duyarlı bir otel, ya da daha butik, o yörenin zeytininden zeytinyağı da yapan, onu da sabah kahvaltınıza damlatan bir ailenin kurduğu otel mi tercih etsek mesela? Çünkü dünyayı gezdiğini düşün, gittiğin her şehirde 5 yıldızlı x otelinde kalıp, aynı hamburgeri sipariş edeceksen, ne anladım ben öyle dünyadan?

Ben hazır sizleri bulmuşken, ekoturizmin temel ilkelerini de anlatarak sıra dışı doğa aşkımı rasyonel bir zemine oturtmak istiyorum.

Ekoturizim’de Dikkat Edilecek İki Konu

Muhafaza etmek: Gidilen yerin bio kültürel çeşitliliği korunacak kardeşim! Suyunu, havasını kirletmeyeceksin tatile gittiğin yerin… Sadece doğaya gitmek, çadır kurmak bir ekoturizm değil. Kelebekler ya da Kabak Vadi’sinde şelaleye kadar çıkıp, suyun geldiği oluğa pek işesini tıkayan birey gördü bu gözler! Böyle bir doğadan zevk alma modeli yok! Doğa ile buluştuğumuz noktada hem mirasçısı, hem bir parçası, hem de mümkün mertebe mütevazi olmayı öğrenmek zorundayız.

Sadece bio-çeşitliliği korumak da yetmez. Bizimki gibi binlerce yıllık tarih mirasları, antik kentleri, ören yerleri olan bir coğrafyada, her bir oymalı kapı, her bir mozaik tanesi, her bir sütun başı korunmalı.

Yöre Halkı: Ekoturizmin ana başlıklarından biri de yöre halkının ve o bölgenin refahı. “Turizm bi zahmet ziyaret edilen yerin halkına bi refah sağlasın, onların mirasına çökümlenmesin.” diye açıklanabilecek bir kavram. Bunun için yapabileceklerimizin başında o bölge insanını destekleyecek  alışkanlıklara yönelmek var. Nasıl ki biz gittiğimiz tatil yerinde güler yüz bekliyoruz, bir derdimiz olduğunda acil yardıma koşacak birilerini bulduğumuzda kendimizi güvende hissediyoruz, belki de beklediğimiz hissin bir kısmını da tatile yanımızda götürmeliyizdir.

Özetlemek gerekirse, gerçek bi ekoturizm deneyiminde insan doğa ile temas kurar, yörenin insanıyla temas kurar ve hayatı daha iyi anlar. Bunu cümle olarak söylediğimizde havada kalıyor o yüzden size en sevdiğim kamp anımla veda etmek istiyorum.

Çocukluğumda kampçılığa alıştığımdan sanırım, büyüyüp kendi paramla tatile çıkma vaktim geldiğinde, mümkün mertebe doğanın içinde olmayı tercih ettim. Bari senede 10 gün çatımda ağaçlar ve yıldızlar olsun, denize öyle yakın uyanayım ki, sabah attığım ilk nara bitmeden, yani yaklaşık 10 adımda, suda olayım istedim. Gece tuvalette dişimi fırçalarken bana en az 4 güve, bir iki kelebek ve çekirge ve bir de cırcır böceği eşlik etsin istedim. Ve böyle bir tercih yaptığınızda, doğa sizinle yerli yersiz, belki de kafanızdaki dopaminler aracılığı ile konuşmaya başlıyor.

Doğa benimle ilk konuştuğunda sanırım 23 yaşındadım; Kelebekler Vadisi’nde, yaklaşık 50 metrelik çok dik taştan bir uçurumun dibinde burnumda hayıt kokularıyla tuvalete yürüyordum. Çıplak ayağımın altındaki çakılı, yüz metre ötemde sahile vuran dalgayı, birkaç metre ötemde dev çiçeğe pike yapan arıyı, sarp kayalıkta fizik kurallarına tepki olsun diye dolanan keçiyi, tepemde dönen galaksinin her bir zerresini, hep bir ağızdan, aynı tatlı teslimiyetin içinde hissettiğim bir an oldu. Sait Faik’in öyküsündeki gibi, tüm tabiat bana “Şşşt!” dedi sanki.

Ve ben o anı hiç unutmadım.

Mutlulukla ilgili ümidi kaybettiğimde, o ana dönerek bunun mümkün olduğunu hatırlamaya çalıştım. Tabi o genç zihnimle neyi algıladığımı anlamam yıllarımı aldı. Doğanın bir parçası olduğumu ve onunla, anla uyumlu aktığımda mutlu olabileceğimi, bunun için kendimi ve gerçekliğimi algılayışımın değişmesi gerektiğini anlamam epey sürdü takdir edersiniz.

Ama anladığımda, hayat çok daha makul, üstelik çok daha az yalnız bir şeye dönüştü. Ve ben bilincimdeki bu dönüşümü doğada geçirdiğim zamana borçluyum. Hep “ben ben ben” dedim ama yıllar içinde kendim gibi çok insan tanıdım. Olay şahsımla sınırlı değil yani…

Hülasa, kendinizden doğanın temasını ve temaşasını esirgemediğiniz tatiller diliyorum hepinize. Ben Deniz Özturhan, umarım bir gün, bir ormanda, bir ateş başında karşılaşırız.